"Redacted”, usta yönetmen Brian de Palma’nın yazıp yönettiği ve ülkemizde “Örtülü Gerçek” adıyla Şubat 2008'de vizyona giren bir film. Türkçe ismi, tam olarak tercüme edilmemiş de olsa filmin temasıyla bir bütünlük içinde. Yönetmen bu film ile çarpıtılan gerçekleri düzeltmeyi amaçladığından ötürü "Redacted" ismini kullandığını ifade ediyor. Gerçek olaylardan esinlenerek yapılan filmde belgesel nitelikte görüntüler ve fotoğraflara da yer verilmiş. Film, Irak’ta Samarra şehrinde konuşlanmış küçük bir Amerikan askeri birliği üzerinden savaşı, askerlerin davranışlarını ve hislerini sorguluyor. Filmin başlangıcında elinde amatör kamerasıyla arkadaşlarını görüntülemekte olan askerin sözleri oldukça düşündürücü; Irak’a, üniversitede sinema bölümünde okuyabilecek kadar para kazanmak amacıyla geldiğini söylüyor. Birçok askerin Irak’a gelmeye bu şekilde karar vermiş olduğunu göz önüne alırsak, aslında birçoğunun Amerikalı olma bilinciyle yada ordularını desteklemek amacıyla Irak’ta bulunmadığını görüyoruz. 2004 yılında, Micheal Moore tarafından çekilmiş olan Fahrenheit 9/11’de de Irak gerçeğinin bu yönünü görmek mümkün. Irak’ı bir kazanç kapısı olarak gören Amerikan askeri modelinden yola çıkıldığında ABD’nin Irak’taki mevcudiyeti daha bir sevimsizleşiyor gözümüzde.
Filmdeki bazı ayrıntılardan da yola çıkarak diyebiliriz ki, askerlerin birçoğu George Bush’u sevmiyor birçoğumuz gibi ve onu “ilkel dürtüleriyle hareket eden birisi” olarak nitelendiriyorlar. Bu nitelendirme bana, Adolf Hitler’in orman kanunlarına riayet ettiğini söyleyenleri hatırlatıyor. Aradaki tek fark ise Bush’u değerlendirenlerin kendi emri altındaki askerler oluşu fakat Hitler’i bu şekilde suçlayanların anti-nazizmi savunuyor oluşlarıydı. Bu noktada çıkar ilişkileri giriyor devreye, özellikle günümüzde sıkça rastladığımız, güç kimdeyse onun için çalışırım mantığı yani ahlaki değerlerin hiçe sayılması.
Örtülü Gerçek’te gösterilen bölüğün başlıca görevi, kontrol noktasından geçen araçları denetlemek. Buradaki dur ihtarını dinlemeyen araçlar bir anda taranabiliyor ve içlerindeki siviller sorgusuz sualsiz öldürülüyor. İhtara kulak asmayanların içinde doğum yapmak üzere olan, hemen hastaneye yetiştirilmesi gereken bir kadın olması yada çok ağır durumda bir hastanın olması da durumu değiştirmiyor. Kayıtlara göre, bu kontrol noktasında 24 ayda 2000 sivilin öldürüldüğü ve sadece 60'ının gerçekten asi yada suçlu (ABD normlarına göre suçlu) olduğu ortaya çıkmış. Haksız yere vurulan 1940 sivil için ise hiçbir asker sorumlu tutulmuyor ve yargılanmıyor. Filmin esas öyküsü ise, bir gece bir evin sebepsiz yere basılması, 15 yaşındaki bir kıza tecavüz edilmesi ve ev halkının da öldürülmesini konu alıyor. Bu olayın sebebi olarak ise, ev halkının direnişçi olduğu ileri sürülüyor. Filmde gösterilenler Irak’ta yaşananların belki milyonda biri, Amerikan’ın işgalin ilk yılından beri uyguladığı zulmün, vahşetin sadece bir perdesi, fakat olayın boyutları hakkında gerçek bir fikir edinmemize yardımcı olacak nitelikte. Sebepsiz yere öldürülen, işkence edilen insanlar hakkında hiçbir sorgulamaya tabi tutulmayan, tutulsa bile cezalandırılmayan-aklanan Amerikan askerini gözler önüne seriyor. Keyfi uygulamalara nasıl kılıflar uydurulabileceğini daha net anlıyoruz bu görüntülerin ardından. “Biz Iraklıları Saddam’ın zulmünden kurtardık, onlara demokrasi getirdik” deme yüzsüzlüğünü kendinde bulan bir güruhun maskesini düşürmeyi amaçlayan bir film. Medyanın gösterdikleriyle yetinme gafletine düştüğümüzde nasıl yanılabileceğimizi açıkça gösteriyor. Türk televizyonlarında Irak ile ilgili yapılan haberlere bakıldığında, bizler yine de şanslıyız, çünkü Amerikan halkı Irak’ta yaşanılanlar hakkında doğru düzgün bilgilendirilmiyor ve genelde haber bültenlerinde Irak ile ilgili görüntülere hiç yer verilmiyor, sadece yazılı metinlerin okunduğu kısa haberlerle, halk, -güya- haberdar ediliyordu. Haber alma özgürlüğünün ne denli önemli bir hak olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Kişi, öğrenmek istediği konu hakkında gerçek ve doğru haberi, belgeleri, görüntüleri araştırıp bulmalıdır. Gözümüzü gerçeklere kapatıp, olanları yok sayıp yada “masumane” bir deyişle içim kaldırmıyor deyip bu tip yapımlardan yüz çevirirken diğer yandan da “ben de bu dünyada yaşıyorum, ben de bu coğrafyanın bir parçasıyım” deme hakkını kendimizde görmemiz büyük bir çelişki olacaktır. Brian de Palma’ya ve onun gibi, gerçekleri gözler önüne sermekten çekinmeyen diğer yönetmen ve yapımcılara büyük bir teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum.